top of page
17889330734733513.webp

ŞEHİR HAKKI

Mülksüzleştirme ve yerinden etme süreci, kapitalist kentsel süreçlerin çekirdeğini oluşturur.
Zira süreçten ilk ve en fazla etkilenen çoğu kez yoksullar, yoksunlar vesiyasi iktidarın marjinalleştirdiği kesimler olmaktadır.
Nasıl bir şehir istediğimiz sorusu, nasıl kimseler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal ilişkiler arayışı içinde olduğumuz, doğayla nasıl bir ilişkiye değer verdiğimiz, ne tür bir yaşam tarzı arzuladığımız, hangi estetik değerlere sahip olduğumuz sorularından bağımsız düşünülemez.
Öyleyse şehir hakkı, şehrin barındırdığı kaynaklara bireysel veya kolektif erişim hakkından  çok  daha öte bir şeydir!
Şehri gönlümüze göre değiştirme  ve yeniden icat etme hakkı.
ŞEHİR BİZİM HAKKIMIZDIR!

18000568690739136.webp

TRAVMA POLİTİKTİR

Kültür, tarih ve hafızanın üstünü betonla örtmek isteyen akıl, başlı başına travma iken dayanışma ve çeperindeki toplum bu travmanın neresindedir?
Sessizlik en az enkaz altından gelmeye devam eden ses kadar travmatik denebilir mi? Dahası "gösteri-ş" salt travmanın dışa vurum biçimi midir? Savruk ya da derli toplu mobilize olanın kazanabileceği ivme görülmeyip "oy" kaynağı olarak etkileşilmesi "normalleşme'ye bir katkı değil midir?
Travmadan güçlü çıkanlar "faydalı" olacağı bir yolu pekâla örebilir, buna destek de bulabilir. Peki herkes travmadan güçlü çıkmak zorunda mı? Destek ya da dayanışma salt bu şekilde mi örülür? Öyleyse "gösteri-ş" güç algısını meşrulaştırmaktan; günlük politika ve erke fayda sağlamaktan başka ne işe yarayacak?
Kaldı ki travmanın dağılımında bir adaletten söz edilemezse adalet sağlanmadan bu travmadan çıkmak ne kadar mümkün? Sorumlular, failler hesap verir mi ki?
Hayatın normale dönmesi ya da dayatılan normal.. Buna katkımız ne derecedir? Üstelik normal, enkaz altında uzanmış duruyorken tanıklar, tanık olmaya ömrü yetmeyenler daha enkazdan çıkarılamamışken insanın kendi eliyle hazırladığı, hazırlamaya devam ettiği travma POLİTİK değilse nedir?

18285784333129460.webp

6 AYLIK BİLANÇO

6 Şubat sabahı tarihi bir ihmâl, sorumsuzluk ve tecrit neticesinde 11 şehir enkaz altında bir sabaha uyandı.
Önlemi alınabilir bir doğa olayı, kıyamete dönüştü. Resmi olmayan rakamlara göre yüzbinlerce insan enkaz altında can verdi.
Hayatta kalma şansına sahip olanlarla dayanışmak üzere gönderilen temel yaşam malzemelerine dahi el koyulup depremzedeleri dilencileştiren yardım dağıtım noktaları ile yardıma muhtaç bir profil oluşturuldu.
Yüzbinlerce bina; molozu ve enkazı ile birlikte kimliksiz ölülere kefen oldu.
Bir çok şehir tarihi dokusu, kültürü ve hafızası ile birlikte yok oldu.
Ohal ilan edip "acele" kamulaştırma ile tarihin, kültürün, sosyal dokunun izlerinin dahi kalmayacağı bir şehir planlamasının girişimi başlatıldı.
Beton kentler inşa eden şirketler için yeni inşaat sahaları oluştu. Şehir planlama üzerine ilgili kurumların yetkilerine sınırlamalar getirilip paldır küldür geleceğin mezarlarının inşasına başlandı.
Afet atıkları içindeki demirlerin hatrına insan sağlığı hiçe sayılarak şirketlere yol açıldı, kârı korumak için tüm imkanlar seferber edildi.
Afet atıkları şehir içlerinde, mahalle ortasında biriktirilince yaşam alanları insanı, ağacı doğayı yutarak büyüyen bir moloz cehennemine dönüştü.
Kontrolsüz ve usulsüz afet atık dökümüne itiraz eden depremzedelere karşı barikatlar kuruldu, depremzedeler tehdit ve darp edilerek günlerce gözaltında bekletildi.
Tektip uyumlu kentler arzusundaki devlet için kozmopolit yapı ve demokratik birlikteliği bozacak iskân alanı, yasın da önüne geçen süreğen bir kaygıyı doğurdu.
Yıkım, enkaz, ölüm, yokoluş sürüyorken gündem seçimler olarak değiştirilip, bir şeylerin değişeceğine dair boşinan ve umut yaratıldı.

17878763342870810.webp

KOLEKTİF RUH

"Kazanacağımız bir dünya var."
Öfkeliyiz, ama ne bu tablo yeni ne bu yaşananlar. Bütün felaketlerde olduğu gibi neredeyse parti farketmeksizin insanlığın ne duruma düştüğü ortada, bunu deprem şehirlerinde yaşananlarla da gördük...
Oy kullanmaya gitmekle ilgili çok bir derdi olmayan aklın insanların birbirleriyle kurduğu dayanışmayı yok etmek adına yapmadığı engelleme yoktu.. Ki korkulan sandıkta biriken reyleri aşan bir şeydi...


Kolektif Ruh.

Seçimi kaybettik ya da vermediler. Ve belki kandırılmış ya da algılama becerisi sakatlanmış bir kitleyle sandıkta buluşma imkanımız yok. Ama sokaklarda mahallelerde birbirimizle buluştuğumuz, ekmeğimizi suyumuzu paylaştığımız bir gerçek. Dayanışma bu büyük yıkımın içinde yeniden doğuşun bir temsiliydi. Korktukları şeyse sandıktan çıkacak sonuç değil bu kolektif ruhtu.

Dayanışma ve kolektif ruh sandıkları aşıp sokağa taşan bir olguydu.
Şimdi sandıklardan çıkan oyların nasıl korunacağı bir tarafa, seçimle de gitmeyeceklerse asıl soru;
kolektif ruhun yeniden üretimini sürekli kılıp "aslında kazandığımız bir seçimi" dahi bize vermeyenlere korkuyu nasıl salmalı....

bottom of page